26 Ağustos 2015 Çarşamba

Güncel Bir Edebi Dedikodu Hikayesi: Pollyanna

Pollyanna, benim büyük büyük ninemin Amerika’ da yaşadığı yıllardaki ahiretliği Eleanor (H. Porter) teyzemin komşusunun yeğeniymiş. Hani şu huysuz teyzesi var ya; Polly Teyze. Hah işte o. Büyük ninem ile Eleanor teyzenin yaptığı dedikodulara göre nemrut mu nemrut, kavgacı, asık suratlı bir zatmış rahmetli; ayrıca çöpünü de hep suları akacak şekilde dışarı bırakır, ayakkabılarını, terliklerini de hiç içeri almazmış haspam! Bizimkiler pek haz etmezmiş anlayacağınız kendisinden. E tabi haliyle apartman günlerinin de bitmek bilmeyen dedikodu malzemesi olurmuş kendisi, malum hiçbir toplantıya katılmazmış soğuk nevale.

Derken bu Pollyanna denen yavrucak çıkmış gelmiş bir gün. Bu yavrucak hem öksüz hem yetimmiş. Ama öte yandan o kadar güler yüzlü ve mutluluk doluymuş ki, yaşam enerjisi fışkırırmış baktığı her yerden. Tabi Pollyanna’ nın gelmesiyle dedikodu ortamlarının konusu birden Polly teyzeden yeğenine kaymış, zira herkes bu nemrut kadının, bu sevimli kızla nasıl başa çıkacağını görmek için pür dikkat kesilmiş. Büyük büyük ninemle Eleanor teyzemin daha sonraları birbirlerine yazdıkları mektuplardan anlaşıldığı üzere sonucunu görmeleri de pek uzun sürmemiş aslına bakarsanız: küçük kızın uydurduğu “Mutluluk Oyunu” bir salgın gibi herkese ve her yere yayılmış. Öyle ki, komşu kadınlar apartman günlerinde filancanın kızı da filancanın oğluyla kaçmış diye dedikodu yaparken, bir diğeri de çıkmış “aman olsun, en azından şuna kaçmamış” gibisinden yorumlarda bulunmuş. E öyle olunca ne olmuş; dedikodular azalmış, kadınlar toplanıp toplanıp tek kelime etmez olmuşlar. Ne de olsa söyleyecekleri her şeyde bir iyi taraf bulunur, biri bir diğerini o olumlu yanıt ile mat ediverir korkusuyla birbirlerini süzüp durmuşlar.

Polyanna’ dan sonra ne olmuş bilen yok. Büyük ninem vatana dönmüş, bağlantı kopmuş zira. Ama bana göre nasıl devam ettiği bariz ortada. Ninemin vatana dönmesiyle konu Türkiye’ ye taşınmış olmalı. Konu komşu, akraba, eş dost derken, devlet büyükleri duymuşlar. Düşünmüşler taşınmışlar. Demişler ki biz bunu kullanalım. Derken meydanlarda bağırmaya başlamışlar: Mukadderat!

- 301 kişi öldü Sayın Profesör
- Ya kaçakçılık yaparken ölselerdi?! ...

Bu mutluluk oyunu pek bir hoşlarına gitmiş olmalı ki yıllar boyu uygulamış, bu oyunda ustalaşmışlar. Gel zaman git zaman, artık kitleler tarafından kanıksandığında; kimse adı mutluluk olan, ama gram mutluluk vermeyen bu oyunun mağduru olduğunu anlamamış bile.

Bu profesyonellik karşısında yeri gelmiş milletvekili olmadıklarına sevinmişler hatta, öyle ya, ya maazallah milletvekili olsalarmış da ay sonunu zor getirselermiş? Ya da daha kötüsü: koca bir maden sahibi olup da gelirsiz kalsalarmış?

Mağdur olana üzülmüş, ellerindeki üç kuruşa sevinmişler. Böyle böyle bugünlere gelmişler.
Şimdi bu oyunu bitirmek için ellerinde bir şans var. Değerlendirebilecekler mi dersiniz?

KK

05.06.2015 

29 Mayıs 2015 Cuma

Abra Kadabra

Kahramanımız uyandı. Gerinerek kalkarken yatağında karanlık güne söylendi biraz. Bu kadar da yağmur mu yağardı canım?! Günlerdir dur durak bilmeden yağmıştı resmen. Tam da kendini sabah koşusuna bu kadar şartlamışken sırası mıydı şimdi bu kadar yağmurun. Terliklerini aradı, bulamadı. Bir küfür de oraya savurdu. Ah şu köpeği yok mu. Şimdi horlayarak yatıyor yatağında. Kim bilir nerede parçaladı terliğin tekini. Hızlıca giyindi ve attı kendini dışarı. Malum işe yetişmek için koşabileceği sadece yarım saati vardı. Yağmur damlaları çarptı yüzüne soğuk sabah rüzgarıyla birlikte. Ve gelsin bir küfür daha... Yok yok bu sabah kesin tersinden kalkmıştı.

Başladı hafif hafif koşmaya. Yanından geçen insanlar sanki ona mı bakıyordu ne? Nesine bakacaklarmış ki onun?! Güzel güzel koşuyordu işte. Saat ilerledikçe sokaktaki insan sayısı arttı ve sayı arttıkça insanların bakışları artık iyiden iyiye üzerindeydi. Daha fazla dayanamadı. Geri koştu eve ve ilk bulduğu aynanın önüne attı kendini. Görükleri karşısında şok olmuştu! Güzel çillerinin yerini bir şeyler almıştı sanki???  Bu olsa olsa bir tür alerji olmalıydı. Siyah renkli enlemesine giden inişli çıkışlı çizgiler.Daha yakından baktı ve ilk kelimeyi seçti gözleri: "offf"
Korkudan büyümüş gözleri yanaklarına kaydı ve bu sefer bir cümle çarptı gözüne: "bu kadar da yağmur mu yağarmış!" ve bir cümle daha "aptal köpek yine terliklerimi yemiş!".

Dehşete kapılmış bir haldeydi. Sabah söylediği her şey tüm yüzüne kazınmıştı sanki. Banyoya koştu. Yüzüne su çarptı, sabunladı, ovaladı. Ama bu yazıların sadece daha da kırmızı bir fonda görünmesine neden oluyordu.

Devamı gelecek...

22 Mayıs 2015 Cuma

Bayanlar Önden

Dün saçma sapan bir dizi izledim. Bu vakit geçirmek için yeni edindiğim, çevremdekiler tarafından da şaşkınlıkla karşılanan bir huy. Tamam kabul ediyorum, yaptığım vakit öldürmek ama bazen bu da gerekmez mi? Tabi unutuyorum, hepiniz tüm boş vakitlerinizi kitap okuyarak ya da müzik dinleyerek geçiriyorsunuz! Ya da olmadı mutlaka yabancı dizi izliyorsunuzdur değil mi?

Babaannem dedemi kaybettiğinde belki benden 15 yaş yaşlıydı. Bir daha hiç evlenmedi ve hayatını 3 çocuğuna ve torunlarına adadı. Bugün hayatta olsaydı da sorabilseydim: babaanne kendin için ne yaptın diye, ne derdi acaba merak ediyorum gerçekten.

Bütün bu girizgahı neden yaptım? Çünkü bu saçma dediğim diziden bir cümle yine aldı beni götürdü... "İnsan ne için yaşar?" Sonra düşündüm, aslında hayatımız hep bu sorunun yanıtını verebilmek, sıralamasını yapmaya çalışmakla geçiyor.

Olası bazı yanıtlarım var:

*insan, kariyer edinmek, işinde başarılı olmak için yaşar- ve bana göre hata yapar. Bakar ki olması gereken bu değil, bu yol hırslara çıkar, hırslar da yanlış yaptırır. Sonunda başarılı ama bir başına kalırsın.

*İnsan ailesi ve gerçek arkadaşları için yaşar- ve bana göre hata yapar.Çünkü bu yol da kendini adamaya gider. Kendinden vazgeçip kendini kime adarsan, sonunda yalnız kalırsın.

*İnsan, çoluğu çocuğu için yaşar- ve bana göre yine hata yapar. Fedakarlığı nimet sayar. Sınırları aşar, sonunda kendine bağımlı çocuklar yetiştirir ve onlar da ilk fırsatta ondan uzaklaşır gider kendi hayatlarına bakarlar. Sonunda yalnız kalırsın.

Şu anki algımla ve bu yaşıma kadar yaşadıklarımla; ve bunlara ek olarak en önemlisi hislerimle içime gelen cevap şu: insan kendisi için yaşamalı. 

Önce kendisini düşünmeli ve önce kendisini sevmeli. Ancak o zaman diğer her şeyle sağlıklı ilişki kurmak mümkün. Çünkü sen ne kadar sağlıklı düşünürsen, sınırlarını o kadar bilirsin, bir gün tek başına kalmak en kötü senaryo ise bile, ölmeyeceğini bilirsin.

Benim sıralamam artık bu. Önce ben. Çünkü ben önemliyim. Özelim. Diğer herkes gibi. Ben iyiysem insanlarla ilişkilerim iyi. İç huzurum yerindeyse, herkes olması gerektiği yerde.
Sonra aile ve gerçek dostlar. Fazla söze gerek yok burada. Bazen insan en çok ailesine verir ödünleri. O yüzden bu aşamadan önce "ben" geliyor.

Kariyer ve iş mi? Artık en son sırada. Keyfimi ve kahyasını rahat ettirmek için bir aracı benim için. Yaşadığım standartları düşürmeyecek kadar olsun kafi.

Bu yazı burası için fazla ciddi oldu. Belki silerim. Ama sonuçta burası benim akıl defterim ve ben bunlar için kimseye hesap verecek değilim... Önceki yıllarda değer verdiğim şeylere bakıyorum da, ne çok şey öğrenmişim...

KK


13 Mayıs 2015 Çarşamba

Kim o?

Uzun zamandır bir şeyi düşünüyorum: mesela bir iş görüşmesine gittiniz. Size kendinizi, nasıl biri olduğunuzu anlatın dediler. Ne anlatırsınız?

Ya da bir yarışma programına katıldınız. Yine kendinizi anlatmanız istendi. Ne derdiniz?

Bu soru geçenlerde bir dergiye yazı yazmak için başvurduğumda aklıma takıldı. Tek soru vardı. O da bu: Bize kendinizi anlatın

Sahi ben kimdim aslında, nasıl biriydim? Her şey silindi birden aklımdan. Kendime bu kadar yabancılaşabildiğime şaşırdım. Ne kadar dürüst olmalı bir insan bu soruyu cevaplarken? Düşünsenize biraz nasıl birisiniz? Nasıl başlardınız kendinizi anlatmaya? 

Burada, hemen düşünmeden anlatmaya başlayanlara bu sözlerim: Çıkın bakalım siz konuşurken o sahneden dışarı. Geçin kendinizin karşısına. Öyle facebookta instagramda atarlı laflar paylaşmaya benzemiyor bu iş. Ezberlediklerinizi, size ezberletilenleri, olmak istediğinizi ve size farkettirmeden yada bilinçli olarak dayatılanı, kısacası öğretilmiş ezberletilmiş ne varsa dürüstçe çıkarın kendinizden ve söylediklerinizden. Geriye ne kaldı? Bakıyorum sus pus oldunuz? Çünkü geriye bir şey kalmıyor. Oysa en kötü özelliğiniz insanlara güvenmeniz ve aşırı iyi niyetli olmanızdı değil mi?

Ben o formu doldurmaya çalıştığım günden beri bunu düşünüyorum. Ben nasıl biriyim? Keşke biri her anımı kameraya kaydetseydi de dışarıdan görebilseydim kendimi. Ama bu mümkün değil. 

Bunun yerine kendi içime baktığımda tek bir şey görüyorum en azından: ben tüm yanlışlarıma, zaaflarıma, insani hatalarıma rağmen niyeti iyi bir insanım. Ve bu da bana diğer sorularımın yanıtını bulana kadar yeter de artar bile.

Sizin yanıtınız nerede?

KK

2 Nisan 2015 Perşembe

Ağır saçmalıyorum kusura bakmıyorsunuz di mi? Vol. 1 Kanlı Ay


Duyduk duymadık demeyin.

Bu ayki falınızda kanlı bir ay tutulması var. Bu ay tutulması sizi diğer başka herkesi etkilediği gibi olumsuz etkileyecek. Konuştuklarınız duyulmayacak, anlaşılmayacak. Siz akım derken karşıdaki g.tüm anlarsa fazla zorlamayın. Bırakın anladığı gibi kalsın. Sonra bir ara doğrusunu anlarsa sizi anlamış; anlamazsa da aslında hiç anlamamış demektir.

Halbuki güneş tutulmasında böyle miydi? Aldık kaynak maskelerimizi, güldük eğlendik. Nasıl ki bir elin beş parmağı bir değilse bir galaksinin de gezegenleri bir değil demek. (Yok bu örnek burada olmuyordu. Hem güneş de gezegen değil salakh yhaa)

Neyse biz falımıza devam edelim.Şimdi malum bol tutulmalı bir dönemden geçiyoruz. Siz siz olun sıkı giyinin. Omzunuzu belinizi sıkı sarın. Tutulmalara karşı önleminizi alın.

Dilinizde tüy bitene kadar aynı şeyleri söyleyip laf kirliliğini yaratmayın. Bugün ettiğiniz laflar, yarın gelir bir yerlerinizi tırmalar. Gerekmedikçe iletişim kurmayın, sosyalleşmeye çalışmayın. Çalışsanız da nasıl olsa karşı taraf anlamayacağından en iyisi ölün siz. Valla. Bu kadar şeyle uğraşacağınıza ölün toptan tüm astrologlar rahatlasın.

Yukarıda yazdıklarımdan anlatmaya çalıştığım ve anlatamadığım üzere:

Bu ara, mesaj karşı tarafa geçmiyor bir türlü arkadaş!
Geçirmeye çalışmayın. Gerekmedikçe konuşmayın. Siz yanlış anlaşılmayın kaaafi.

KK

26 Mart 2015 Perşembe

Motor hala sıcak. Fazla uzaklaşmış olamam.

Sabah uzaylıların Türkçe' ye benzer bir dil konuştuklarını öğrendiğimden beri bende devreler yandı. Beyin ayaklandı, kafamdan koşarak hızla uzaklaşmaya başladı.

Zaytung haberi gibi bu habere şaşırasım gelmedi, inanasım gitmedi. Aşk acısına benzeyen evreler yaşadım. İnkar ettim olamaz dedim önce. Sonra daha da fena bir evre başladı. Etrafımda aslında uzaylı olabilecek insanları süzmeye başladım. Sevdiklerimden sevmediklerime garip tezler yürüttüm. Nan bu burda bana böyle demişti kesin uzaylıymıştıysa demek şeklinde cümleler kurdum. Bu ruh hali beni ordan aldı oraya savurdu. Sonunda Adnan Oktar' ın kediciklerinin aslında uzaylı olduğuna kesin ikna olduktan sonra bir nebze huzur bulabildim. Ama hala tam rahat değilim. Beynim yeterince uzaklaştığında odadaki çiçekle yüzümü gözümü kamufle edip gizli gizli uzaylı avına çıkabilirim.

Şaka bir tarafa; ciddi ciddi uzaylı olabileceğini düşündüğüm insanlar yok değil gerçekten. Düşünsenize en yakın arkadaşınız aslında bir uzaylıymıştı, hatta sevgiliniz, kardeşiniz, enişteniz... Ama tabi bu varsayımlar uzaylıların neden konuşma ihtiyacında olduğunu sorgulamamı engellemiyor. Madem o kadar gelişmişler telepatiyle anlaşsalar ya?

Diğer taraftan baktığımda bütün bu varsayımlar beni tek bir sonuca götürüyor. Azeriler aslında uzaylı mı?! Tatas tas tatas

Yok yok korkmayın daha tam sıyırmadım. Üzerimden kocca bir perşembe geçti saçmalıyorum işte. Kendi yazdıklarımla eğlenip kendime gülüp geçiyorum.

Beynimi french press yapıp sallıyormuşum' a beş kalmışken siz de pek ciddiye almayın beni. Zira motor hala sıcak. Fazla uzaklaşmış olamam.

KK


24 Mart 2015 Salı

Kahvaltıdan Önce İnanılacak 6 İmkansız Şey


Günüm Salı gününün anlamsızlığına yakışır bir anlamsızlıkla başladı. Sabah gözlerimi açtığım dakikadan beri salı gününün anlamını bulmaya çalışıyorum. Hiçbir şey bulamayınca da, bugünü bir yazı yazarak anlamlandırmaya karar verdim. Yani peşinen söylüyorum bu yazıdan pek anlamlı şeyler beklemeyin.

Salı gününün anlamsızlığını yazı ile anlamlandırmaya karar verdikten sonra kahvaltıya kadar inanılacak 6 imkansız şey bulmam gerekti. Bu konuda da maalesef pek yol katettiğimi söyleyemeyeceğim.

Saatlerdir inanılacak 6 imkansız şey bulmak için düşünüyorum.

Yok yok yok.

Değil 6, 1 tane bile bulamadım. Halbuki sokakta top oynayan veletlerden birine sorsaydım şak diye en az beş tane imkansız şey sayardı. Onlar için kahvaltıya kadar 6 imkansız şey bulmak hiç zor olmasa gerek.

Ben 6 imkansız şey bulmaya çalışırken bir kaç saat daha geçti. Bulamadım belki ama en azından neden bulamadığımı buldum.

Artık yıldızları yakalayabileceğime, yunuslarla yüzebileceğime, tırtılların ayakkabı giydiklerine inanmıyorum. Edip Akbayram' ın adının Edi olmadığını öğrendiğimden beri inanılacak 6 imkansız şey bulmak imkansız benim için.

Bunun adına büyümek diyorlar. Yemediğin yemeklerin arkandan ağlamadığını farkettiğin gün, yoldan geçen çingene arabasının seni kaçırmak için gelmediğini anladığın gün, evcilik oynarken yapraklardan yaptığın yemeklerin gerçek olmadığını anladığın gün büyümüş oluyorsun. Bu tuzağa düşmeyen yok. Sen artık büyüdün diyorlar ve sen kurulmuş bebekler gibi büyük davranmaya başlıyorsun. İnanılacak şeyler ile inanılmaması gereken şeyler yine birileri tarafından belirtiliyor mutlaka. Böylece hayallerine ufak bir kanat ayarı yaptıktan sonra seni soktukları tuzağın içinde debelenip duruyorsun.

Düşünsene en son ne zaman imkansız bir şeye inandın? Komik bulunacağını umursamadan istediğin gibi saçmaladın?
"Bazen kahvaltıdan önce altı imkansız şeye inanırım. Bir, insanı küçültebilen bir iksir vardır. İki, insanı büyütebilen bir pasta vardır. Üç, hayvanlar konuşabilir. Dört, kediler yok olabilir. Beş, Harikalar Diyarı diye bir yer vardır. Altı, Jabberwocky'i öldürebilirim!" Alice Harikalar Dİyarında

Büyümek tuzaktır.

KK